1. ATATÜRK’
ÜN BİLİM VE TEKNOLOJİYE ÖNEM
VERMESİ
Atatürk’ ün temel inanışlarından ve onun düşünce sistemi olan Atatürkçülüğün unsurlarından biride ; ilmin ve aklın rehberliği altında sürekli çağdaşlaşmadır.
Başka bir terim ile ; her çağın ilim ve teknolojisinin rehberliği ve
getirdiği yeniliklerin ışığı altında toplumun
“çağdaşlaşma - modernleşmeyi”
sürdürmesidir.
Atatürk bilim ve teknolojinin önemini ; “Dünyada her
şey için , medeniyet için,
hayat için , başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir,fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici
aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.” sözleri
ile vurgulanmıştır.
Türk milletini geri bırakan sebep; Cumhuriyet devrine kadar gerçek
anlamda bilim ve teknolojiyi izleye bir
dönemin yaşanmamış olmasıdır. Bu nedenle Türk
Milletinin medeni , çağdaş ve müreffeh
millet olarak varlığını yükseltmek dinamik idealini kendisine gösteren Atatürk ; bu ideale ulaşmakta , bilim ve teknolojinin önemini
belirtmiş “Bu millete gideceği yolu
gösterirken ,dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından,ilerlemelerinden istifade edelim demiştir.
Atatürkçülük’ te ; akılcılığın temeli olan bilim ve teknoloji her
alanda esas alınmalıdır. Zira
Atatürkçülük ,ilerlemenin temeli olan çağdaş bilim ve teknik esaslarının, her
alanda rehber kabul edilmesini gerektirir. Bilim ve teknolojide ileri olmak ,
her türlü mücadelede başarılı olmanın başlıca koşuludur. Bu amaçla bütün
faaliyetler bilim ve teknoloji temeline
oturtulmalı, bilim ve teknolojinin hudutları daima genişletilmelidir.
Atatürk büyük Nutkunda Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasında temel
prensip olarak bilim ve tekniğin esas
alındığını dile getirmiş ve ayrıca ; “Milletimizin siyasi,sosyal hayatında
,milletimizin fikri terbiyesinde de
rehberimiz ilim ve fen olacaktır.”
demek sureti ile bilim ve
teknolojinin kullanılacağı diğer
alanları da göstermiştir.
Medeni dünya hızla değişmekte ve gelişmektedir. Bu değişiklik ve
gelişmelere uymak gerekir. Uygarlık
yolunda başarının gelişme ile mümkün olduğunu kabul eden Atatürk ; “Hayat ve geçime egemen olan
kuralların zaman ile değişme , gelişme
ve yenilenmesi zorunludur. Medeniyetin buluşlarının , tekniğin harikalarının
dünyayı değişiklikten değişikliğe
uğrattığı bir devirde asırlık
köhne zihniyetlerle , geçmişe bağlılık ile varlığın korunması mümkün değildir.” demiştir.
Atatürk’e göre , cehalet ve
taassuptan uzak , ilme ve akılcılığa dayanan uygarlık yolu , toplumlar için
zorunlu bir yoldur. Çünkü;
“Medeniyet öyle kuvvetli bir
ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar ,yok eder.” “Uygar olmayan insanlar ve toplumlar daima uygar olanların
ayakları altında kalmaya mahkum olacaklardır. Oysa Atatürk, Türk Milletinin,
karakter, çalışkanlık , zeka , milli
birlik özelliklerinin yanısıra
ilerleme ve medeniyet yolunda , yürümekte olduğunu elinde ve kafasında tuttuğu meşale
müspet ilim” olduğu için , Türk Milletinin
bu uygarlık yarışını kazanacağına inanmaktadır.
Dünyada her şey için ,yaşam
için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak
aymazlık , bilgisizlik ,doğru yoldan çıkmışlıktır . Yalnız bilimin ve fennin
yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini anlamak ve
ilerlemelerini izlemek koşuldur. Bin, iki bin , binlerce yıl önceki bilim ve fen dilinin çizdiği genel kuralları
, şu kadar bin yıl önce bugün aynı biçimde uygulamaya kalkışmak , elbette bilim
ve fennin içinde bulunmak değildir.
Ülkemizin en bayındır, en
latif , en güzel yerlerini üç buçuk yıl
kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı yenen zaferin sırrı nerededir bilir misiniz
? Orduların yönetiminde , bilim ve fen ilkelerini kılavuz edinmektir.
Ulusumuzu yetiştirmek için temel olan okullarımızın, yüksek okullarımızın
kurulmasında aynı yolu izleyeceğiz.
Evet; ulusumuzun siyasal , toplumsal
yaşamında ulusumuzun düşünce bakımından eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve fen olacaktır. (1922; S.D. II )
Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin , çağdaş
ilerlemelerin bir an yitirmeksizin yayılması ve gelişmesi gerektir. Bunun için
bütün bilim ve fen adamlarının bu konuda çalışmayı bir namus borcu bilmesi
gerekir.
Öğretmenlerimiz , ozanlarımız ,
edebiyatçılarımız ulusa bu felaket günlerini ve onun gerçek nedenlerini açık ve
kesin olarak yazıp söyleyecekler, bu
kara günlerin dönmemesi için dünya yüzünde uygar ve çağdaş bir Türkiye’nin varlığını tanımak istemeyenlere , onu
tanımak zorunda olduğumuzu
anımsatacaktır.
Gözlerimizi kapayıp , yalnız
yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile
ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine
gelişmiş ,uygarlaşmış bir ulus olarak
uygarlık alanının üzerinde
yaşayacağız : bu yaşam ancak bilim ve fenle olur. bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız .
Bilim ve fen için bağ ve koşul yoktur .
3. ATATÜRK’
ÜN İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
Bu özelliğin apaçık bir belgesini , çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği bölgeler üzerinde kurmayı
düşündüğü Türk Devleti ‘nde buluyoruz . bu ,aynı
zamanda O’nun , jeopolitik ve stratejik
alanlarda da ne büyük bir güç olduğunu göstermektedir.
Atatürk , Birinci dünya Savaşının
sonunu daha başından görebilmiştir . bu nedenle de gelecekte Türk milletinin kaderi ile Türk
topraklarının kurtuluşu için alınacak
tedbirleri düşünmüştür. Suriye cephesinde Yedinci Ordu Kumandanıdır. Antep ‘e
gitmekte olan Ali Cenani Bey’e : “...
Teşkilat yapın . milli bir kuvvet meydana getirin . kendinizi savunun . Ben
istediğiniz silahı veririm” der .
Aslında bütün bu neticeleri , daha 1917
yılında , Sadrazam Talat Paşa’ya
ve Harbiye Nazırı Enver
Paşa’ya ünlü raporu ile bildirmiştir.
Arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a da :
“... Padişah artık kendi tahtını düşünecektir. Bundan sonra millet
kendi hakkını kendi savunacaktır . bizim ve ordunun ona yardım etmemiz , yol
göstermemiz gerekir” diyecektir.
31
Ekim günü Yıldırım Ordular Grubu
Kumandanlığını Alman generalinden devralırken , Alman generalinin : “... Yenildik
.bizim için her şey bitti .”
ifadelerine karşı : “Savaş müttefiklerimiz
için bitmiş olabilir . Ama bizi ilgilendiren savaş , kendi İstiklalimizin Savaşı ancak şimdi başlıyor.”
Cevabını verir.
Atatürk’ün derin ve uzak görüşlülüğünün bir güzel örneğini de İkinci Dünya Savaşını önceden bilmesinde görürüz. Adeta kehanete varan bir görüştür bu. Şöyle ki Atatürk ,1932 yılı Eylül’ünde ünlü Amerikan
generali Mac Arthur ile bir görüşme yapar. Dünyanın , özellikle Avrupa Devletlerinin iyi yolda olmadıklarını , adeta bir savaşı çağırdıklarını sebepleriyle
açıklar . İkinci Dünya Savaşının 1940 – 1945
yılları arasında cereyan
edeceğini söyler . Avrupa ‘nın
kaderinin Almanya’nın elinde
bulunduğuna işaret eder. Sonra da : “... Fransızlar artık güçlü bir orduyu kurmak yeteneğinden yoksundurlar.
İngilizler bundan böyle adalarının
savunmaları için Fransızlara
güvenemezler. İtalyanlar savaşın dışında kalabilecek olsalar , savaş sonrası
barışta önemli bir rol oynayabilirler. Ama , Musollini’ nin ihtirası yüzünden bunu yapamayacaklardır .
böylece Almanlar , İngiltere ve Rusya dışında bütün Avrupa’yı işgal
edeceklerdir.
Amerika’nın tarafsızlığını koruması mümkün olmayacaktır.
Savaşa katılacaklardır . bu katılma ile
de Almanlar mağlup olacaklardır. Fakat savaşın asıl galibi , ne Amerika ne İngiltere olacaktır . Sovyet Rusya
savaşın galibi olacaktır. Biz Türkler ,
bu tehlikeyi diğer bütün milletlerden çok daha iyi görmekteyiz. Çünkü
yakın komşumuzdur . çünkü , onlarla çok
savaştık . çünkü Batı’nın farkına varmadığı bir politika uygulamaktadır. Yalnız ,
Avrupa için değil, Asya için de büyük tehlikedirler.”
Gerçekten zamanı bu derece şeffaf gören büyük Atatürk ‘ün , bu derecede uzağı görebilmesi onun
olağanüstü bir insan olduğunu gösteriyor . Bu kadar derin ve uzun bir
politik görüş sahibi, bugüne kadar
cihana gelmiş midir ? Hiç sanmıyorum.
Karl Jaspers’ in açıkladığı
gibi, “Durumun farkına
varan insan , ona hakim olmaya başlamış sayılır. Ona cepheden bakan , şahsiyetini gerçekleştirmek için savaşa atılır ve iradesini
ortaya koyar. Ben çağımın içinde bulunduğu manevi durumu tahlil sureti ile ,insan olma irademi
gerçekleştiririm.”
Atatürk’ün Alman filozofu Karl Jaspers’in
açıklamalarının ışığı altında ,
Mondros Ateşkes Antlaşması sonucu
karşılaştığı durum , varlığı objektif
yorum ve aldığı karar, onda
büyük bir insan olarak , iradesini gerçekleştirme fırsatını vermiştir.
Atatürk gerçekçi yönü ile ve uzak görüşü ile Osmanlı Devletinin
felakete yuvarlanışını gören, durum tesbiti ile değerlendiren ve sonuç olarak karar alan insandır. Bu nedenle Milli Mücadelenin
şefi ve lideri olmak herşeyden önce
O’nun kaderi idi.
4. ATATÜRK’ ÜN
AKILCILIĞA ÖNEM VERMESİ
Akılcılık , insanın aklı ile gerçekleri anlama
yeteneğine inanmak anlamına gelir.
Atatürkçülük; kişilerin ,
kuruluşların ,devletin kendi
fonksiyonlarını gerçekleştirmede
akılcılığı, amaca ulaşmayı sağlayacak
araçlardan başlıcası olarak kabul eder.
Atatürkçülüğün en önemli
özelliği, akılcı ve bilimci bir davranış ve zihniyeti yansıtmasıdır.
Bunun anlamı ise milli, milletlerarası sorunlara duygusal ve dogmatik açıdan , peşin hüküm ve kalıplarla değil, akılcı, bilimci ve pragmatik bir
yaklaşımla eğilmektir. Genel olarak bu yaklaşımlarda insanlığın karşılaştığın
her türlü sorunlara çare bulmak için , durum ve şartlar her
çareye başvurularak incelenip gözden
geçirilir,gerçeklere ve ihtiyaçlara uygun tartışma ve muhakeme sonunda bir karara varılarak uygulamaya
başlanır. Burada egemen olan unsurlar mantık ve akıldır.
Akılcılık , insanların doğru karara
varması ve başarılı uygulamalar yapması
için sağlam fikirlere sahip olmalarını ister. “Fikirler anlamsız
,mantıksız, boş sözlerle dolu
olursa , o fikirler hastalıklıdır. Aynı şekilde sosyal
hayat akıl ve mantıktan
uzak , faydasız , zararlı ve
birtakım inançlar ve geleneklerle dolu
olursa felce uğrar.” Ayrıca toplumu
harekete geçiren bir
liderin düşünceleri görüşleri bütün
bireylerin yaşama ilkesine
uygunsa , bütün bireylere mutluluk
sağlayacak nitelikteyse , onları
aydınlatabilecek durumdaysa sürükleyici olur. Atatürkçülüğün gerçekleştirdiği bütün eserlerin
temelinde sağlam düşünce , akıl
ve hareket vardır. Atatürk “
Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktur.” diyerek bunu
vurgulamıştır. Atatürkçülük’ te “
Bu dünyada herşey insan kafasından
çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi
düşünemiyorum.” ifadesi ile akılcılığın sorunları çözmede
daima başarıyla uygulanabileceği ifade
edilmektedir.
Atatürkçülüğe göre akılcılıkta “İnsanların hayatına , faaliyetine egemen
olan kuvvet , yaratma ve icat
yeteneğidir .” Bütün ilim
adamları , sorunların tespit ve çözümlenmesine uğraşanlar , bütün fertler,
bilimsel yöntemlerle inceleme yapanlar yaratıcı bir biçimde düşünmezlerse
, gerçek , müsbet anlamda bilimsel yöntemi kullanmamış olurlar. Dikkatli , her konuyu
inceleyen , araştıran bilimsel
araştırma ve problem çözme yöntemi akılcı yöntemlerdir.
Atatürkçülük’ te akılcılık , terbiye edilmiş insan zekası ile bilim ve teknoloji bir bütün
olarak ele alır. Zekanın terbiyesi
kültür ile mümkündür. Atatürk “Bizim
akıl , mantık, zeka ile hareket etmek en belirgin özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidirler.” diyerek Türkiye Cumhuriyeti’nin meydana
getirilmesinde yapılan her aşamada
akılcılığın nasıl kullanıldığını
dile getirmiştir.
Atatürkçülükte akılcılık , insan ilişkilerinde ve faaliyetlerinde kullanılmaktadır. Atatürkçülük ;
akılcılığa ,bilim ve teknolojiye dayanarak ,Türk
Devleti hayatını , eğitim sistemini ,fikir hayatını ,ekonomik
hayatı ve bunların değerlerini
,hedeflerini ,toplumsal ve hukuksal
yapısını , yönetim esaslarını tespit
etmiştir. Bütün faaliyetlerin başlangıç noktası , konulara akılcı bir
yoldan yaklaşmak olmuştur. Atatürk eğitim müesseselerinde “Kitapların cansız
teorileriyle karşı karşıya
gelen genç beyinler
öğrendikleriyle memleketin
gerçek durum ve çıkarları arasında ilişki kuramıyorlar. Yazarların ve teorisyenlerin tek taraflı dinleyicisi durumunda kalan Türkiye
‘nin çocukları hayata atıldıkları zaman bu ilişkisizlik
uyumsuzluk yüzünden tenkitçi
,karamsar ,milli şuur ve düzene
uyumsuz kitleler meydana getirirler.” sözü ile fikri
gelişmenin tesisinde de akılcılığın
,gerçekçilik, yapıcılık ve maddi
sonuçlar almak olduğunu açıklamıştır.
Atatürkçülükte akılcılık ,güncel problemlerin çözümlenmesi
için gayret sarfedilmesini , ileriye
dönük ,araştırmalar içinde
bulunulmasını ve muhtemel
gelişmelere ait doğru
yorumların yapılmasını da
kapsamaktadır.bu yönden
ileri görüşlü ,geleceğe yönelik
,inkılapçı olmak Atatürk akılcılığının bir gereğidir. Bir
milletin sağlıklı bir şekilde yaşaması ve refah seviyesini daima
yükseltmesi o milleti oluşturan kişilerin akıl gücü ve akılcılığı kullanmaları ile doğrudan ilişkilidir. Atatürkçülükte kişilerin
bilgili kılınmasıyla milletin
sağlamlığı gerçekleşir. “Kişiler düşünür olmadıkça , hangi haklara sahip
olduğunu anlamadıkça ,kitleler istenilen
yöne ,herkes tarafından iyi veya kötü yöne yöneltilebilirler.
Kendini kurtarabilmek için
her kişinin geleceği ile bizzat
ilgilenmesi lazımdır.
Aşağıdan yukarıya ,temelden çatıya doğru yükselen böyle bir
müessese elbette sağlam olur.
Şüphe yok, her işin başlangıcında
aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade , yukarıdan aşağı
olması zorunluluğu vardır.”
Atatürk’ün bu sözlerinde ,
ülkemizin bu güne kadar maruz kaldığı iç
tehlikelerde bilinçsiz, inançsız
kişilerin oynadığı rolü görmek mümkün olduğu kadar, ülkede birlik
ve bütünlüğün sağlanmasında ve
iç tehlikelerin önlenmesinde güçlü, sağlam ve akılcı
bir devlet otoritesinin ne kadar
gerekli olduğunu görmek
mümkündür.
Akılcılık , faaliyetlerin
düzenlenmesinde , sorunların tespit ve
çözülmesinde kullanılan yöntemleri ve yöntemleri kullanan
kişileri kapsamına alır. Bunlardan yalnız birinin akılcı olması
sonuç olmaz. Akılcılıkta karara varmada kullanılan bilgiler ve yöntemler
gerçeklere uymalı ve bilimsel olmalıdır.
Akılcılık , kişilere
sorumluluklar verilmesini ,
vazifelerini yaptıklarından ve
yapamadıklarından sorumlu olmalarını ve sorumluluktan korkmamalarını
öngörür. Başarı için , vazifelilerin
girişimlerde bulunmaları , bu girişimlerden korkmamaları, tek endişelerini yaptıkları icraatın isabetli
olup olmadığı teşkil etmelidir. Akılcılık, kişilerin ;
çıkarlarından , bencil emellerinden sıyrılmış,
aklında ,kanında ,vicdanında cevher
olan , canlı ve alevli ideallere sahip olmalarını öngörür.
Atatürk , geleceğin Türkiye’sini ve
onun Cumhuriyetini sağlam temellere
oturtmak ve daima ileriye , yeniye ve güzele gidişini sağlamak için akıl ve mantık kuralları çerçevesinde hareket
etmiş , bağnazlığa ,yobazlığa ,
boş inançlara , diğer bir deyiş ile
akıldışıcılığa karşı çıkarak , bugünkü
çağdaş Türkiye’nin kurulmasını ve gelişmesini
sağlamıştır.
Sonuç olarak ; Atatürk “Ben manevi miras olarak hiçbir âyet , hiçbir doğma , hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural
bırakmıyorum. Benim manevi
mirasım ilim ve akıldır. Benim Türk
Milleti için yapmak istediklerim ve
başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra ,beni benimsemek isteyenler, bu
temel mihver ( eksen ) üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse ,
manevi mirasçılarım olurlar.” demek suretiyle ilme ve akla verdiği önemi bir kere daha vurgulamıştır.
5. ATATÜRK’TE AKILCI VE
MATEMATİKSEL DÜŞÜNME
Akılcılığı , Batı’ da bir felsefi
akım olarak yerleştiren iki büyük düşünürün , R. Descartes ( 1596 – 1650 ) ve I . Kant (1724 – 1804)’ın
aynı zamanda büyük matematikçiler
olmaları gibi, Türkiye’ de akılcılık ve
bilimsel düşünme çağını açan bir büyük
insanın , Mustafa Kemal Atatürk’
ün de matematikçi olması
bir rastlantı değildir. Çünkü böyle bir akımın yerleştirilmesi
başarısını, ancak onun temel niteliğini yetkin biçimde taşıyan bir insan
gerçekleştirebilir. Bundan dolayı, seçkin akılcı bir kişinin , aynı zamanda
seçkin bir matematikçi olması , başarısını olağanüstü kılabilir.
Akıl ve bilim kavramları , O’nun
düşüncelerinde çoğu kez birlikte kullanılmış ve önemleri birlikte
vurgulanmıştır. Bunu kesinlikle bilinçli olarak yapmıştır. Nitekim O , bir
konuşmasında , “Benim manevi mirasım
bilim ve akıldır.” demiştir.
Atatürk’ün düşüncelerinin yapısında
, rasyonel düşünme , matematiksel düşünme , bilimsel düşünme çok belirgindir.
Atatürk bir konuyu, bir sorunu
işlerken matematikçi mantığı ile değişik olasılıkları ve çözümleri irdeleyip
değerlendirmiştir. O, kimi düşüncelerini açıklarken niceliksel terimleri yani
matematiksel kavramları özellikle kullanmıştır. Matematiğin , ulusal
eğitimimizdeki büyük önemini öncelikle vurgulamıştır. O’nun , özgün, kısa ve
özlü anlatımı , matematikçi mantığına
dayanmaktadır. Çünkü matematiksel bir ifade de , hiçbir terim,rasgele biçimde
yer alamaz ,çıkarılamaz , değiştirilemez. Nitekim O’nun düşüncelerinde hiçbir
sözcük , hiçbir cümle rasgele kullanılmamış, belirli bir mantıksal dizilim
içinde bütünleşmiştir. O’nun hangi konuya ilişkin olursa olsun tanımları, tıpkı
geometri tanımları gibi , sadece gerekli kavramları yeterli biçimde içermektedir.
6. ATATÜRK’ ÜN AKILCILIK
İLE İLGİLİ SÖZLERİ
Akıl ve mantığın halletmeyeceği
mesele yoktur.
Bizim akıl, mantık, zeka ile hareket
etmek belli özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran vak’alar bu hakikatin delilidirler.
Şuur; daima ileriye ve yeniliğe
götürür, ricat kabul etmez bir haslet olduğuna göre , Türkiye Cumhuriyeti halkı
, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümekte devam edecektir; şuura illet
târi olmadıkça geri gitmek veya durmak
hatıra bile gelemez.
Bu dünyada herşey insan kafasından
çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi tasavvur edemiyorum.
Fikirler manasız ,mantıksız ,boş
sözlerle dolu olursa , o fikirler
hastalıklıdır. Aynı şekilde sosyal hayat akıl ve mantıktan uzak , faydasız
,zararlı ve birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar.
Fikirler zorlama ve şiddetle , top
ve tüfekle asla öldürülemez.
Büyük hadiseler, fikirlerde büyük inkılaplar yapar.
Bir heyeti içtimaiyenin mutlaka maşeri bir fikri vardır. Eğer bu her
zaman ifade ve izhar edilemiyorsa , onun ademi mevcudiyetine hükmolunmamalıdır.
O fiiliyatta behemehal mevcuttur, varlığımızı istiklalimizi kurtaran bütün
ef’al ve harekat , milletin müşterek
fikrinin , arzusunun , azminin yüksek tecellisi eserinden başka bir şey
değildir.
Fikir hazırlıkları ,
seferberlikte asker toplamak için
olduğu gibi davul zurna ile temin
edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak , kendini silmek , karşısındakine samimi bir kanaat
ilham etmek lazımdır.
Bütün ilerlemeler , insan fikrinin
eseridir. Fikri harekete getirmek birinci
işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin
, yeter ! Başlangıçta hatalı düşünse de , az zaman sonra bu hatayı
düzeltebilir... Fikir bir kere
faaliyete başladı mı , her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir. Fikrin serbest
hareketi ise ancak ferdin düşündüğünü serbest olarak söylemek , yazmak ve
verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmakla
mümkündür.